SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L-CİHAD VE’S-SİYER

<< 1264 >>

باب: لا يعذب بعذاب الله.

149. ALLAH'A HAS OLAN AZAB İLE AZAB EDİLMEZ

 

حدثنا قتيبة بن سعيد: حدثنا الليث، عن بكير، عن سليمان بن يسار، عن أبي هريرة رضي الله عنه أنه قال: بعثنا رسول الله صلى الله عليه وسلم في بعث فقال: (إن وجدتم فلانا وفلانا فأحرقوهما بالنار). ثم قال رسول الله صلى الله عليه وسلم حين أردنا الخروج: (إني أمرتكم أن تحرقوا فلانا وفلانا، وإن النار لا يعذب بها إلا الله، فإن وجدتموهما فاقتلوهما).

 

[-3016-] Ebu Hureyre r.a. anlatıyor: "Bir defasında Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi askeri bir göreve gönderdi ve bize şu talimatı verdi: "Şu iki adamı yakalarsanız onları ateşte yakın!" Daha sonra biz hazırlıklarımızı yapıp yola çıkacağımız zaman Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize şöyle dedi: "Ben daha önce size şu iki kişinin ismini vermiş ve onları yakalarsanız ateşte yakmanızı söylemiştim. Ateşle azap etmek sadece Allah'a mahsustur. Onları ele geçirecek olursanız sadece öldürün!"

 

 

حدثنا علي بن عبد الله: حدثنا سفيان، عن أيوب، عن عكرمة: أن عليا رضي الله عنه حرق قوما، فبلغ ابن عباس فقال: لو كنت أنا لم أحرقهم، لأن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (لا تعذبوا بعذاب الله). ولقتلتهم، كما قال النبي صلى الله عليه وسلم: (من بدل دينة فاقتلوه).

 

[-3017-] İkrime'den nakledilmiştir: Hz. Ali bir grubu yakarak öldürmüştü. Onun yaptıklarından haberdar olan Abdullah İbn Abbas şöyle dedi: "Ben onun yerinde olsaydım asla söz konusu grubu yakmazdım. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

"Sakın AIlah'a has olan azap ile insanları cezalandırmayın!" buyurmuştur. Ben olsaydım onları öldürürdüm, o kadar. Bu konudaki delilim ise Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in: "Kim dinini değiştirecek olursa onu öldürün!" hadisidir."

 

 

AÇIKLAMA:     İnsanların yakılmaması emriyle ilgili şu kayda yer vermek gerekir: Bu hüküm normal şartlar için geçerlidir. Fakat düşman ile savaşırken savaşı kazanabilmek için yakmak dışında bir yol kalmamışsa bu yola başvurulabilir.

 

Resulullah (s.a.v.)'in önce yakılmalarını emredip sonra vazgeçtiği kişilerin isimleri İbn İshak rivayetinde açıklanmıştır. Rivayet şöyledir: "Hübur İbnü'/-Esved ile arkadaşını yakalarsanız ateşte yakın. Onlar kızım Zeyneb'in devesini ürküterek düşmesine sebep oldular." Bu kıssa şöyledir: Resul-i Ekrem'in (s.a.v.) kızı Zeyneb Mekke'de idi. Zeynep'in kocası Ebu'ı-As İbnü'r-Rebi' ise Müslümanlar tarafından esir edilmişti. Nebi (s.a.v.) kızını kendisine göndermesi şartıyla serbest bıraktı. Ebu'ı-As da dönünce onu gönderdi. Fakat Hübar İbnü'l-Esved ile bir arkadaşı Zeyneb'i takip ederek devesini ürküttüler. O da deveden düştü ve bu yüzden hastalandı.

 

İbn İshak rivayetinde bu olay şöyle anlatılır: "Resulullah (s.a.v.) bir askeri birlik hazırladı ve onlara şu talimatı verdi: "Eğer onu yakalarsanız odunları yığın ve onu içine atın sonra da odunları ateşle tutuşturun!" Fakat Resul-i Ekrem (s.a.v.) sonra şöyle buyurdu: "Ben Allah'tan utanırım. Hiç kimse A/lah'a has olan bir azap ile insanları cezalandıramaz." Burada arkadaşından söz edilmeksizin sadece Hübar zikredilmiştir. Çünkü Zeyneb'in devesini asıl ürküten ve düşmesine sebep olan odur. Arkadaşı ise o'nun yanında bulunarak yardımcı olmuştur. Bu Hübar daha, sonra Müslüman olmuştur. Hatta İbn Ebi Necih rivayetinde şöyle geçmektedir. "Hübar'ı gönderilen askeri birlik bulamamıştı, fakat İslam onu buldu. Hübar Müslüman olduktan sonra hicret etti." Hübar Hz. Muaviye'nin hilafetine kadar yaşamıştır. Hübar'ın arkadaşı ile ilgili olarak bir bilgiye rastlamadım. Müslüman olmadan önce ölmüş olabilir.

 

 

Ateşte Yakarak Cezalandırmak

 

Bu konu hakkında selef alimlerinin savunduğu farklı görüş ve yorumlar bulunmaktadır. Hz. Ömer ve Abdullah İbn Abbas başta olmak üzere bazı alimler ateşle yakmayı mutlak olarak kabul etmemişlerdir. Dolayısıyla işlenen suç ne olursa olsun ateşle yakma cezası verilmez. Bu açıdan savaş durumunda veya kısas uygulanması gereken suçlarda ya da irtidat halinde bu ceza uygulanamaz; düşmanlar veya suçlular ateşte yakılarak öldürülemez. Buna karşılık Hz. Ali ile Halid İbnü'l-Velıd gibi bazı sahabı alimleri ateşte yakarak öldürme cezasının uygulanabileceğini söylemişlerdir.

 

el-Mühelleb şöyle demiştir: "Ateşte yakma cezasının yasaklanması haram kılma anlamında bir yasak değildir. Nebi (s.a.v.) Allah'ın yüceliği karşısında duyduğu tevazu yüzünden bu yasağı getirmiştir. Zaten sahabe uygulaması da duruma göre ateşte yakma yoluna başvurulabileceğini gösterir. Nebi (s.a.v.)'in çok acımasız bir cinayetle Müslüman çobanları öldüren Uranılerin gözlerini kızgın mille dağlatması, Hz. Ebu Bekir'in ashabın hazır bulunduğu bir ortamda isyankarları (bağiyleri) yaktırması ve Halid İbnü'l-Velid'in irtidat eden kimseleri yakması bazı hallerde bu uygulamaya başvurulduğunu gösteren olaylardır. Zaten Medıneli alimlerin çoğunluğu içinde insanlar bulunsa bile kalelerin ve gemilerin yakılmasına müsaade etmişlerdir."

 

İbnü'l-Müneyyir ise bu görüşe şöyle itiraz etmiştir: "Burada zikredilen olaylar ateşle yakmanın caiz olduğunu göstermez. Çünkü Uranilere verilen ceza bir kısas gereğidir ve zaten neshedilmiştir. Ayrıca sahabiler arasında da bu konude görüş birliği yoktur. Nitekim ateşle yakmayı kabul etmeyen sahabiler de vardır. Kalelerin ve gemilerin yakılabileceği hükmü ise zorunluluk hallerinde geçerlidir. Bu da düşmanı yenebilmek için ateş çıkarmak dışında bir yol kalmaması halinde caizdir. Ayrıca kalelerin ve gemilerin yakılabileceği hükmünü içerisinde kadınların ve çocukların bulunmaması şartına bağlayan alimler de bulunmaktadır. Bu bakımdan konu başlığı altında zikredilen hadisin ilk bakışta anlaşılan açık hükmüne göre ateşle yakma yasağı haramlık ifade eder."

 

 

HADİS'TEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER:

 

1- Bir konu hakkında ictihad ederek hüküm verdikten sonra bu ictihattan vazgeçmek mümkündür.

2- Herhangi bir konu hakkında karar verirken delili zikretmek, muhatapların şüphesini gidermek için iyi olur.

3- Hadlerin uygulanmasında vekile yetki verilebilir,

4- Murur-u zaman hak eden kimseler için kesinleşmiş cezayı kaldırmaz,

5- Pire vs. gibi hayvanların ateşte yakılması uygun görülmemiştir,

6- Sünnetin sünnetle neshedilmesinde görüş birliği vardır.

 

7- Yolcunun kendi şehir halkının önde gelenlerine Allah'a ısmarladık demesi ve arkadaşları tarafından uğurlanması, yolcu edilmesi uygundur, tavsiye edilir,

 

8- Bir hüküm henüz kendisiyle amel edilmeden veya bu hüküm doğrultusundaki uygulama tam olarak yerleşmeden önce neshedilebilir.

 

Humeydi rivayetinde Hz. Ali'nin yaktığı kimselerin irtidat eden zındıklar olduğu ifade edilmektedir.

 

 

باب: {فإما منا بعد وإما فداء} /محمد: 4/.

150. "SAVAŞ SONA ERİNCE DE ARTIK YA KARŞILIKSIZ YA DA FİDYE KARŞILIĞI SALIVERİN" A YETİ  [Muhammed 4]

 

فيه حديث ثمامة. [ر: 450].

Sümame İbn Usal hadisi bu konuyla ilgilidir.

 

وقوله عز وجل: {ما كان لنبي أن يكون له أسرى حتى يثخن في الأرض - يعني: يغلب في الأرض - تريدون عرض الدنيا}. الآية /الأنفال: 67/.

Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde iyice yerleşinceye kadar (yeryüzünde tam anlamıyla galip konuma gelinceye kadar) hiçbir Nebie esir alması yakışmaz, uygun değildir. Siz geçici dünya malını arzu ediyorsunuz ha!, [Enfal 67]

 

AÇIKLAMA:     İmam Buhari'nin işaret ettiği Sümame hadisi Ebu Hureyre tarafından nakledilen ve Süma.me'nin Müslüman oluşunu anlatan rivayet olabilir. (Ayrıntılı açıklama için bkz. Kitabü'l-meğazı, Bab, 70) İmam Buhari'nin bu rivayete atıfta bulunmasının sebebi ise Sümame'nin esir olarak getirilince Resulullah'a (s.a.v.): "Eğer öldüreceksen can taşıyan bir insanı öldüreceksin, karşılıksız serbest bırakıp iyilik yapacaksan yapılan iyiliğin kadrini bilen birisine iyilik yapmış olacaksın. Yok istediğin mal ise ne istersen veririz" demesidir. Zira Resulullah (s.a.v.) onun bu teklifini onaylamış ve daha sonra onu karşılıksız olarak serbest bırakmıştır. Tüm bunlar alimlerin çoğunluğu tarafından savunulan şu görüşü desteklemektedir: "Esir alınan yetişkin erkek kafirler hakkında karar verme yetkisi devlet başkanına aittir; o İslam ve Müslümanlar için en faydalı bulduğu uygulamaya karar verir."

 

Esirler için nasıl bir yol takip edileceği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır:

 

1. Zühri ve Mücahid başta olmak üzere bazı bilginlere göre kafirlerden alınan esirler için kesinlikle fidye alınmaz.

2. Hasan-i Basri ve Ata'ya göre esirler öldürülmez; ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverilir.

3. İmam Malik esirlerin fidye almadan karşılıksız bırakılmasının caiz olmadığını söylemiştir.

 

4. Hanefilere göre esirler kesinlikle serbest bırakılmaz; fidye alınarak veya karşılıksız bırakılmaları söz konusu değildir. Zira esirler serbest bırakılırlarsa tekrar Müslümanlarla savaşa kalkışan birer harbi olurlar.

 

Tahavi şöyle demiştir: Ayetin ilk bakışta anlaşılan açık ifadesi alimlerin ço- . ğunluğu tarafından savunulan görüşü destekleyen bir delildir. Sümame hadisi için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Fakat Sümame'nin sözünde öldürme de zikredilmiştir. Ebu Bekir er-Razı bağlı bulunduğu mezhebin görüşünü savunurken şu açıklamayı yapmıştır: "Mezhebimize mensup bilginler "Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu"[Enfal 68] ayetine dayanarak müşrik esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasını mekruh görmüş ve kabul etmemişlerdir." Ancak bu ayet onların görüşlerine delil teşkil etmez. Çünkü bu ayet ganimetin helal kılınmasından önceki uygulamalarla ilgilidir. Halbuki Nebi (s.a.v.)'in buradaki uygulaması ganimetin helal kılınmasından sonra gerçekleşmiştir." Doğru olan görüş de budur.

 

İbn Kayyim el-Cevziyye, Zadü'l-mead adlı eserinde şunları söylemektedir: "Bedir esirleri hakkında ileri sürülen iki görüşten hangisi daha tercih e şayandır? Hz. Ebu Bekir'in fidye karşılığında esirleri serbest bırakmak doğrultusundaki görüşü mü yoksa Hz. Ömer'in bu esirlerin öldürülmesi yönündeki görüşü mü?

 

Bazı bilginler bu konuda Hz. Ömer'in görüşünü tercih etmişlerdir. Çünkü onlara göre ayetin ilk bakışta anlaşılan açık ifadesi bunu göstermektedir. Ayrıca Bedir esirleri hakkında nasıl bir yönteme başvurulması gerektiğiyle ilgili görüşmeler yapılıp Hz. Ebu Bekir'in görüşü tercih edildikten sonra Nebi (s.a.v.)'in ağlaması ve niçin ağladığını soran Hz. Ömer'e: "Fidye aldıkları için arkadaşlarının başına yağacak azap yüzünden ağlıyorum" demesi de bu görüşü destekler.

 

Bazıları ise Hz. Ebu Bekir'in görüşünü tercih etmişlerdir. Çünkü;

 

1. O dönemde yerleşik bir yapı kazanan uygulama budur,

 

2. Hz. Ebu Bekir'in görüşü Allah tarafından önceden verilmiş olan hükme ve "Benim rahmetim gazabımı geçmiştir" kudsi hadisine uygun düşmektedir. 3. Bu kararın uygulanmasından sonra pek çok olumlu gelişmeler yaşanmış ve birçok insan Müslüman olup Nebi s.a.v.'in ashabı arasına girmiştir.

 

Resulullah (s.a.v.)'in azap ile tehdit edilmeleri yüzünden ağlaması hakkında da şu yorum yapılmıştır: "Sırf dünyalık elde etmek maksadıyla fidye almak bu tehdit kapsamına girer fakat başka maksatlar gözetiliyorsa azap olmaz."

 

"Yeryüzünde iyice yerleşinceye kadar (yeryüzünde tam anlamıyla galip konuma gelinceye kadar) hiçbir Nebie esir tutması yaraşmaz:"[Enfal.67] İmam Buhari bu ayet ile esir alınan kafirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasını kabul etmeyen Mücahid ve diğer alimlerin görüşlerine işaret etmiştir. Esir alınan kafirlerin fidye karşılığında serbest bırakılamayacağını söyleyen bu alimler şu açıklamayı yapmışlardır: "Allah Teala bu ayette Bedir savaşında esir alınan müşriklerin fidye / mal karşılığında serbest bırakılmasını kabul etmediğini beyan etmiştir. Bu da daha sonraki savaşlarda ele geçirilen esirler hakkında aynı hükmün uygulanacağını gösterir. Ayrıca "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünl" [Tevbe 5] ayeti de bu görüşümüzü destekler." Sadece kendilerinden cizye alınabilen gruplar bu hükmün dışındadır."

 

Dahhak konu hakkında şunları söylemiştir: "Aslında "Savaş sona erince de artık ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin" [Muhammed 4] ayeti "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünl" [Tevbe 5] ayetini neshetmiştir." Ebu Ubeyd ise bu açıklamaya itiraz ederek: "Bu ayetlerden hiçbirisinde nesh yoktur. Ayetlerin tamamı muhkemdir. Çünhkü Resulullah (s.a.v.) bu ayetlerin işaret ettiği hükümlerin tamamıyla amel etmiştir: Bedir savaşında bazı müşrikleri öldürtmüş, bazılarını karşılıksız ve bazılarını da fidye karşılığı serbest bırakmıştır. Kureyza oğullarını öldürtmüş, Mustalik oğullarını ise karşılıksız serbest bırakmıştır. Mekke'de İbn Hatal ve bazı kimselerin öldürülmesini emretmiş, fakat birçoğunu da yine karşılıksız serbest bırakmıştır. Ayrıca Hevazin kabilesi esir edilmiş fakat karşılıksız olarak serbest bırakılmıştır. Resulullah (s.a.v.) Sümame İbn Üsaal’ı da fidye almadan serbest bırakmıştır.

 

Tüm bunlar alimlerin çoğunluğu tarafından dile getirilen esirler hakkındaki karar yetkisinin devlet başkanına ait olduğunu belirten gcrüşün daha doğru olduğunu göstermektedir. Özetle söylemek gerekirse devlet başkanının yetişkin erkek esirler hakkında verebileceği kararlar şunlardır:

 

3. Cizye alınabilecek kesimlerden cizye almak.

4.Öldürmek. ,

5.Köleleştirmek.

6.Karşılıksız serbest bırakmak.

 

7. Fidye karşılıgmda serbest bırakmak. Kadınlar ve çocuklar ise esir alındıkları anda köle olurlar. Savaşan tarafta._ esirleri değiş - tokuş etmesi de mümkündür. Buna göre esir alınan gayri müslin bir kadın ile düşman tarafından esir edilen Müslüman bir erkek veya kadın değiş tokuş edilebilir.

 

Esir Müslüman olursa artık kesinlikle öldürülemez; bu konuda görüş birliği vardır. Fakat öldürme dışındaki seçenekler konusunda farklı görüşler vardır. Buna göre esirin köleleştirilip köleleştirilemeyeceği veya serbest bırakılması karşılığında fidye alınıp alınamayacağı konuları ilim adamları arasında iki farklı yorumla ycrumIanmıştır.

 

 

باب: هل للأسير أن يقتل ويخدع الذين أسروه حتى ينجو من الكفرة.

151. DÜŞMAN TARAFINDAN ESİR ALINAN BİR MÜSLÜMAN KENDİSİNİ ESİR EDENLERİ ÖLDÜREBİLİR Mİ VEYA KAFİRLERİN ELİNDEN KURTULMAK İÇİN HİLEYE BAŞVURABİLİR Mİ?

 

فيه المسور، عن النبي صلى الله عليه وسلم. [ر: 2581].

Bu konuyla ilgili olarak Misver Resulullah (s.a.v.)'den bir nakilde bulunmuştur.

 

AÇIKLAMA:     İmam Buhari kullandığı bu başlık ile daha önce açıklanan Ebu Basır kıssasına işaret etmiştir. İmam Buhari bu konu tartışmalı olduğu için kesin hüküm ifade eden bir başlık kullanmamıştır.

Alimlerin çoğunluğuna göre düşman tarafı esirden söz almışsa esirin sözünde durması, ahdine bağlı kalması gerekir. Hatta İmam Malik esirin düşmandan kaçmasını bile caiz görmemiştir. Fakat Eşheb, İmam Malik'e karşı çıkmış ve şöyle demiştir: "Düşman taraf esiri karşılıklı iade maksadıyla çıkarmışsa esirin düşmanı öldürmesinde herhangi bir sakınca yoktur."

 

Ebu Hanife ve Taberı'nin konu hakkındaki görüşü şudur: "Esirin düşmana. verdiği sözün hiçbir anlamı yoktur, tamamen geçersizdir. Bu bakımdan onlara verdiği sözde durmamasında herhangi bir sakınca yoktur."

 

Şafiiler konuyla ilgili görüşlerini şöyle açıklamışlardır: "Esirin düşman elinden kaçması caizdir, fakat düşmanın mallarını alması caiz değildir. Düşman ile esirler arasinda herhangi bir anlaşma yoksa esir kaçmak için mümkün olan her yola başvurabilir. Öldürmek, düşman malını ele geçirmek, evlerini yakmak gibi yollar bunlar arasında sayılabilir. Zira Ebu Basır olayında Ebu Basır ile kendisini müşriklere götürmek üzere teslim alanlar arasında bir anlaşma olduğunu gösteren bir açıklama yoktur. Zaten Ebu Basır de bu yüzden yolda kendisini alanlardan birisini öldürmüştür. Diğeri ise kaçarak canını kurtarmıştır. Resulullah (s.a.v.) ise daha önce ayrıntılarını açıkladığımız gibi onun bu davranışına karşı çıkmamıştır."

 

 

باب: إذا حرق المشرك المسلم هل يحرق.

152. MÜSLÜMANI YAKARAK ÖLDÜREN BİR MÜŞRİĞE MİSİLLEME YOLUYLA AYNI KARŞILIK VERİLİR Mİ?

 

حدثنا معلى بن أسد: حدثنا وهيب، عن أيوب، عن أبي قلابة، عن أنس بن مالك رضي الله عنه: أن رهطا من عكل، ثمانية، قدموا على النبي صلى الله عليه وسلم، فاجتووا المدينة، فقالوا: يا رسول الله ابغنا رسلا، قال: (ما أجد لكم إلا أن تلحقوا بالذود). فانطلقوا فشربوا من أبوالها وألبانها، حتى صحوا وسمنوا، وقتلوا الراعي واستاقوا الذود، وكفروا بعد إسلامهم، فأتى الصريخ النبي صلى الله عليه وسلم، فبعث الطلب، فما ترجل النهار حتى أتي بهم، فقطه أيديهم وأرجلهم، ثم أمر بمسامير فأحميت فكحلهم بها، وطرحهم بالحرة، يستسقون فما يسقون، حتى ماتوا.

قال أبو قلابة: قتلوا وسرقوا وحاربوا الله ورسوله صلى الله عليه وسلم وسعوا في الأرض فسادا.

 

[-3018-] Enes İbn Malik (r.a.)'den nakledilmiştir: "Ukl kabilesinden hasta olan Sekiz kişilik bir grup Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına geldi. Fakat bu grup Medıne'de kalmak istemedi. Gruptakiler Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e: "Ey Allah'ın Resulü, bize bir miktar süt vererek yardımcı olunuz!" diyerek yardım talep ettiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara: "Ben sizi ancak küçük bir deve sürüsüne gönderebilirİm!" dedi. Onlar da söz konusu deve sürüsünün bulunduğu yere gittiler. Develerin idrarlarından ve sütlerinden içip sağlıklarına kavuştular. Sonra da develerin çobanını öldürüp sürüyü önlerine katıp götürdüler. Onlar İslam'ı kabul ettikten sonra inkar edip küfre dönmüşlerdi. Bu acı haber imdatla Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gelince, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onları yakalamaları için yola bir birlik çıkardı. Aynı günün içinde adamlar yakalanıp getirildi. Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunların ellerini ve ayaklarını. kestirdi. Sonra da gözlerinin kızgın şişle dağlanmasını, gözlerine mil çekilmesini emretti. Bu cezanın ardından adamlar Harre denen yere atıldılar ve ölünceye kadar orada kaldılar; su istedikleri halde kendilerine hiç su verilmedi."

 

Ebu Kılabe şöyle demiştir: "Ukl kabilesinden olan bu sekiz kişi adam öldürme ve hırsızlık suçlarını işlediler. Allah'a ve Resulü’ne karşı savaş açıp yeryüzünde fesad çıkardılar."

 

 

AÇIKLAMA:     İbn Battal şöyle demiştir: "Bu başlıkta ifade edilen durum hakkında her ne kadar bir rivayet yoksa da söz konusu misilleme hükmünün yukarıda nakledilen Uranller kıssasından çıkarılması mümkündür. Çünkü gözleri dağlamak da ateşle cezalandırmanın bir yoludur. Ukl kabilesine mensup bu kişiler öldürdükleri Müslümanların gözlerini dağlamadıkları halde kendilerine bu ceza verilmiştir. Dolayısıyla böyle bir suç işlemeleri yani Müslümanları yakarak öldürmeleri veya ateşle işkence etmeleri durumunda aynı karşılığın verilmesi evleviyetle caiz olacaktır.